2 Şubat 2010 Salı

dımdım dığrı dım dım. (x17)

bu melodiyi eller masaya, tenekeye, bi yerlere vurmak suretiyle çalıp söyleyen kişinin lostun yeni sezonunu izlemesine 6 7 saat falan kalırmış diyolla, doğru mu?

10 Ocak 2010 Pazar

chung hing sam lam

california dreaming işitsel alanınızda olmadıkça, bu film hakkında yapılacak yorumlar biraz tuzsuz kalacaktır. yazanın kulağına çalındığı gibi, okuyan da bu güzel şarkıyı dinlemelidir ki, filmin dimağlara bıraktığı o ilginç tat bir süre daha varlığını sürdürebilsin.

wong kar wai, nasıl bir adam, nasıl bir tatlılık faye wong'daki, yüksek bel kot görünce bile duygulanabilir mi insan, doksanlar ulan ah! şeklinde ?!

eşyayı kişileştirmek, marifet elbette. eşyayı kişileştirirken onunla bir de konuşmak, dertleşmek, yalnızlara ve delilere mahsus. bir sabuna 'kilo verdin o gidince' deyip, ıslak bir havluya 'gitti diye bu kadar üzülme, ağlama' diyebilmek, mutsuz ama bekleyen bir adamın işi. hüzünlenmek ve neşeden coşmak, çok yakın birbirine, ne zaman yaşanabileceği ise belirsiz, yağmurluk giyerken güneş gözlüğü takmak gibi.

çin-bir grup hintli- tayvanlı- hepi börtdey tu yu diyen araplar- bir saat boyunca sürekli çalan california dreaming- pineapple- uçak- uçmak- beklemek- hissetmek- hissettiklerini belli etmek.

bir de ilk defa görece-yakışıklı bir çinli gördüm ben bu filmde. baya iyiydi.

7 Ekim 2009 Çarşamba

laboratuvar

geçen cuma öğlen on ikiden 4 pm e kadar lab taburesinde oturmaktan ne oldu. 4 saat boyunca ufak aralıklar hariç üzerinde oturduğum sevgili dostumdan kıçımda kıbrıs büyüklüğünde basurla kalktım.

öh!

kimya zor zanaat.

2 Ağustos 2009 Pazar

isyan etmeye bile dermanı kalmamış- iyi günlerde izleyiniz...

cuma gecesi + cumartesi günü izlediğim 3 film:
(sırasıyla)
-Rashomon
-La Haine
-My Own Private Idaho

aralarından en çok my own private idaho dan etkilendim desem yalan konuşmamış olurum. sanırım sinema tarihinin en kucağa alınıp sevilesi- bağırlara basılası karakteri olan mike (river phoenix) arz-ı endam ediyor bu filmde. eşcinsel desek yalan olacak sanırım- erkek fahişe ve narkolepsik (istemsiz uyku atakları- bunun gibi bi adı vardı sanırım hastalığın) mike. naif, kırılgan. 'seni seviyorum ve para almıyorum' diyor scott'a. scott'un cevabı : iki erkek birbirini sevemez. babadan torpilli aslen zengin piçi scott (keanu reeves) - macerayı sokaklarda arayan yeni yetme oğlunun akibetine isyan eden 'major' ın veliahtıdır. sokaklar yeni heyecanlar scott ın gözünde- istese geri dönebilir babasının yanına, bunun verdiği rahatlık var ya, 'alayına isyan' triplerindeki sokaklar kralına takındığı laubali tavır hep bu yüzden. (giderek filmi izlemeyen insanların yazıdan anlayacaklarını minimuma indirgiyorum:S) film aidiyet bilincinden öte- kimlik duygusuna dokunduruyor. scott'ın ait olduğu yeri keşfetmesi bir kimlik karmaşasının sona erdirilmesiyle alakalı daha çok. 'ben kimim' diye soruyor önce- 'ben buyum' diyor - ve en son 'ben buradayım.' 'ben buraya aitim '

peki saçına kurban olduğumun mike'ı ? annesini arıyor- annesi ona kim olduğunu söyleyebilir- bir ölçüde. ya da evinin neresi olduğunu. tam bulacak gibi olmuşken- aşık olduğu adamın, aynı zamanda en yakın arkadaşının gönül macerasına tanık oluyor- yalnız bırakılışına da biz şahit oluyoruz. mike'ın yollara ait olduğunu bir kez daha idrak ediyoruz. daha doğrusu yollarda bir başına bırakılışını.

eşcinsel hikayelerine hakim olan müzik country midir bilinmez ama, tıpkı türk korsancılarının literatürüne 'ipine kovboylar' şeklinde kazandırılmış brockeback mountain gibi, idaho da da ipler hüzünlü bir country melodisinin elinde. brockeback te de aşıklardan biri hayatına tek başına devam etemk zorunda kalmışken, bu adil olmaktan uzak hikayeye country eşlik etmekteydi.

mike'ın kaderine bu kadar üzülmemin sebebi river phoenix in akıbetini de az bucuk bilmem midir, tam kestiremiyorum. 'üzüldünüz belki, içiniz buruldu ama- gidin o güzel hayatlarınıza devam edin' diyor gus van sant, filmin sonunda. siz güzel evinizde otuturken mikelar etlerini satıyor. on dolar için randevu veriyor. hiçliğin iki yakasında uzanan belirsiz yolun tam ortasında, yol tanıdık gelse de- ve pek tabi yaşanacaklar- öyle , bekleyiveriyor.

scott, yoluna devam ediyor.

'have a nice day. '

1 Ağustos 2009 Cumartesi

gücünü tembelliğinden alan canlı

şahsım ! yaşama sevincini üşengeçliğinden ve tembelliğinden alıyor. ertelemelerden, erteleme sonrası gelen vaz geçmelerden, uyuşukluk kaynaklı can sıkıntısından, bok püsür.

bir insan üşeniyorsa orda güzellik vardır, dadlılık, yaşama heyecanını mininumda tutup risk almama vardır. kaşıntı vardır. yumuşak hırkalar ve battaniyelerden mürekkep bir evren vardır ortada. üşengeç ve tembel bir insanın konforsuz koltuklarda, rahatsız giysiler içinde takılabileceğini hiç bir mantıklı canlının aklı almaz. aklı almazdan ziyade- bunu düşünce konusu yapmamalıdır. bir uyuşuk eğer rahat yatak yerine laminat parkede, marleyde falan yatıyorsa sebebi kalkıp düzgün bi yere yatmaya üşenmekten ziyade orasını daha rahat ve huzurlu buluyor oluşudur. (yavrum kalk yerine yat- ya da yazın marleyde yatmanın verdiği iç huzur)

ertelemenin metabolizmaya yansıması - saadet dolu anlardır: su götürmez gerçek ! bir mıymıntı yapacağı her hangi bir işi gece uykusu geldiğinden sabaha erteliyorsa- sabah ta uykunun en latif yerinde ara vermek istemiyorsa, kişi sıradan üşengeç devresinden çıkıp usta olma yolunda önemli adımlar kaydedecek- kısa sürede üstad mertebesine erip 'şimdi yatiyim sabah erken kalkar gene yatarım' diyecektir.

'üşeniyorum öyleyse yarın' , bu güzel insanların mottosu olacaktır.

klavye kullanımına dair

kalem kağıt kombinasyonuna diyecek bir şeyim yok efendim. ne demek. samimiyetin vücut bulması şeklinde bir değerlendirmem var kendileri hakkında; yazdığınız bir şeyi kendi defterinizde okurken en azından, oluşan o sıcak atmosfer - kavurtuyür.

aklınıza ne geldiyse yazdınız diyelim deftere, o an düşündüğünüz türlü çetrefil, dört dönen tilkiler, yazamayacak gibi oluyorken bakmışsın sayfanın kenarına çizilen karikatürümsüler- dönüp dönüp okurken eski defterleri, sayfanın kenar şeridi belki de bir alışveriş listesi. ismin alt alta -sıkıntıdan- defalarca yazılması, vay anasını.

bir kağıt ve bir kalem kişiye bu götendril özgürlükleri vadedebilir.

fakat- enerjinin büyük çoğunluğunun aynı anda hem düşünüp hem de kalemi kağıdın üzerine sırasıyla soldan sağa, sağ üstten sol -alt-başa oynatabilme dermanı bulmaya kullanılırken, aklındakilerin kuş olup uçması- geri kalan iki damla kuvvetin s.çma aşamasından sıvama etabına meyletmek için harcanması ?!(böyle de gözler önüne seriveririm yazmak aslında dünyanın en meşakkatli işlerinden biri diye- mental kısımını bırak, fiziksel olarak epey zormuş gibi sanki- peh !)

bu yüzden efendim, klavye - ekran olayı sanki daha sevimli gibi geldi bana, son tahlilde.

klavye kullanımına dair